20 Ocak 2011 Perşembe

ÖLÜM

YUSUF BÜLBÜL
Günlüğün eski sayfalarını karıştırırken tüylerimi diken diken eden bir bölümle karşılaştım. Yazarken ve yazdıktan sonra da iki gün kendime gelememiştim. Şimdi yeniden görmeye bile tahammülüm yok. Hala rüya olduğundan tereddüt ettiğim! ama rüyo olduğunu bildiğim kendi ölümüm. İnsanın kendi ölümünü görmesi ne zor birşeymiş...İçiniz öyle yanıyor ki alev alev... İlk önce günlüğü karyolanın altına fırlattım. İrkildiğim için yaptım bunu.. Günlük bir anda beni ‘o’ güne götürdü..Neyse dedim kendi kendime. Bir şey düşünme… Sonra pencereyi açtım sokağa baktım bir müddet. Gözüm bir anda, her daim küçük bir pencere önünde görmeye alıştığım güvercine takıldı. Bugün biraz farklıydı sanki. Kanatlarını iki yana sermiş başı betondaydı. Evet ölmüş! Yok daha neler… Ne zaman bu günlüğü elime alsam bir şeyler oluyor. Daha önceki aldığımda da köydeki yakın bir arkadaşımın kaza haberini duymuştum…İlla ölümü hatırlatacak ya bana …Adeta hangi kapıyı açsam kafasını uzatıyor. Kaçış yok ondan. Evet, yeniden karyolanın altında attığım günlüğü aldım elime ve o güne gittim... Öldüğüm güne yani!...Kaza anını hatırlamıyorum. Tek bildiğim olay yerinde bir kalabalık...Sıra sıra mezarlar var ve ben aralarında geziyorum. Sonra başımı toprağa doğru eğiyorum. Ne olduysa ondan sonra oluyor zaten. Kalmak ne mümkün. Vücudum yarısı toprakta. İnsanlar üzerime toprak atıyorlar. Yapmayın, etmeyin diye feryat ediyorum. Ağzımdan çıkan şu cümleyi o kadar net hatırlıyorum ki; "Lütfen bir şans daha verin" Beşinci Boyut gibi birşey... Buraya kadardı, yapacak birşey yok diyorlar... Sonra uyarıyorum kan ter içinde. Gel de inan şimdi bunun rüya olduğuna. Odanın içinde deliler gibi geziyorum. Bir ses. Allahım bir ses..Gece yarısı kimi arar sorarım ölüp ölmediğimi. Etimi mıncıklıyorum ve ağrı yok... İçim yanıyor. Hem de öyle bir yangın ki tarifi yok. Allahım ölüm ne zormuş...

11 Ocak 2011 Salı

Milyon dolarlık dizilere kafa tutmanın sırrı

Milyon dolarlık dizilere kafa tutmanın sırrı
YUSUF BÜLBÜL   -   11.01.2011
Geçtiğimiz çarşamba, iki yeni dizi ilk bölümleriyle çıktı izleyici karşısına. Daha yayına girmeden tartışmalara neden olan Show'un 'Muhteşem Yüzyıl'ı ile Kanal D'nin, tanıtım için özel gazete bastırdığı 'Şüphe' aynı saatte ekrana geldi.
Bir yanda günlerdir konuşulan, tartışılan bir dizi, diğer yanda Yaprak Dökümü'nün yerine düşünülen bir başka proje. Kamuoyunda iki dizi birbirine kırdırılıyor yorumları yapılsa da reyting sonuçları herkesi şaşırttı. Tüm Gün'de aldığı 11,2 reytingle Birol Güven'in yapımcılığını üstlendiği 'Çocuklar Duymasın' birinci oldu. Aynı gün Muhteşem Yüzyıl 10,9 ile ikinci olurken, ilk ona giremeyen 'Şüphe' 5,0 reyting ile 13. olmuştu. Dizinin izlenmesinde Meltem-Haluk çiftinin ayrılık kararı almasının etkili olduğu söylense de milyon dolarlık dizilere kafa tutan Çocuklar Duymasın'ın senaristi Güven bu eleştirilere katılmıyor: "Çocuklar Duymasın her zaman iyi reyting alan güçlü bir yapımdır ve milyonlarca seveni vardır. İçinde küçük ayrılıklar, küçük hüzünler olsa bile Çocuklar Duymasın gözyaşı fırtınalarının arasında izleyicinin sığınacağı bir mutluluk limanıdır."
Birol Güven'e göre dizideki ayrılık sahnesini tartışmak ve yüksek reytingi buna bağlamak anlamsız. "Meltem-Haluk çifti ayrılığın eşiğinde yaşayan bir çifttir. Daha önce de defalarca ayrılmayı düşünmüşlerdir. Bundan sonra da gündemlerine bu konu gelebilir ama aralarındaki güçlü aşk ve sevgi onların birbirlerinden kopmalarına engel olacaktır." diyor.

1 Ocak 2011 Cumartesi

Ömer Babab Vadi'den ayrılacak mı?

Ömer Baba Vadi'den ayrılacak mı?
Bu bilgiler sadece blogger okurlarına özeldir. Ne derece doğru ne derece yalan bilmiyoruz ama Kurtlar Vadisi Pusu'da birşeylerin döndüğü muhakkak. Dizi yeni çizgisine girmeye çalışırken bazı oyuncularla yol ayrımına geliyor galiba. Memati'nin oğlunun mezarının yanına kazılan üçüncü mezar kimin acaba.? Aldığımız duyumlara gre Ömer Baba'da (Emin Olcay) kurşunlara geliyormuş. Olur mu olur. Kurtlar Vadisi bu. Kimin daha uzun yaşayacağına senaristler karar veriyor. Ancak şunu belirtmekte fayda var kı; bu dizi Ömer Babasız olmaz. Bu bir dost tavsiyesi. Zira her geçen gün şirazeden çıkan kahramanlarımızı bir nebze olsun doğruyu anlatacak tek karekter Ömer Baba değil mi?

Tuna belgeselinin çekimleri Macaristan'da başladı



Tuna belgeselinin çekimleri Macaristan'da başladı

Tuna, meşhur Gazi Osman Paşa Marşı'nda her ne kadar 'akmam' dese de usta yönetmen Mesut Uçakan'ın çekimlerine yeni başladığı 'Tuna Nehri Aksam Diyor'da izleyiciyi Estergon'dan başlayarak Karadeniz'e döküldüğü Sulina'ya kadar sürükleyecek.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı projeleri çerçevesinde bu coğrafyadaki geçmişten günümüze Türk ve İslam kültürü izlerini de araştıran belgesel Tuna nehrini bir gelin, İstanbul'u bir İstanbul beyefendisi olarak tasvir ediyor. Üç bölüm olarak planlanan belgeselde Estergon'dan Sulina'ya kadar nehir kıyısındaki irili ufaklı beldeler ve bu beldelerdeki Osmanlı eserleri ekrana yansıtılacak. Belgesel, Tuna'nın doğduğu Almanya'nın güneyinde kalan Schwarzwald bölgesinde Brege ve Brigach dağ ırmaklarının 678 metre yükseklikteki Donau-Eschingen'den (Donaueşingen) çıkışı ile başlıyor. Ardından Kanuni Sultan Süleyman ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın kapılarına dayandığı Viyana'dan geçerek Budapeşte, Belgrad, Bükreş, Vidin, Plevne, Silistre ve Köstence'ye kadar pek çok Tuna kenti tanıtılıyor.
Birçok televizyon projesinde yer alan Ahmet Edebali'nin koordinatörlüğünü üstlendiği belgeselin görüntü yönetmeni Seyhan Bilir.
YUSUF BÜLBÜL BUDAPEŞTE   -   21.10.2010

Tuna boylarında akıncı hikâyeleri


Tuna boylarında akıncı hikâyeleri
Yusuf Bülbül   -   23.10.2010
Yönetmen Mesut Uçakan, 'Tuna Nehri Aksam Diyor' adlı belgeselin çekimlerine geçen hafta sonu Budapeşte'de motor dedi.
Estergon'dan başlayarak Tuna Nehri'nin Karadeniz'e döküldüğü Sulina'ya kadar, nehir kıyısındaki ülkelerde yer alan tüm Osmanlı eserlerini sinema diliyle ekrana yansıtmayı amaçlayan belgeselin galası 27 Aralık'ta Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda yapılacak. Uçakan, Estergon Kalesi'ni çekerken biz de yanındaydık.
"Estergon Kala'sı subaşı hisar/Baykuşlar çağrışır bülbüller susar/Kâfir bayrağını burcuna asar/Akma Tuna akma ben bir dertliyim/Yar peşinde koşan kara bahtlıyım" Bir kalenin düşman eline geçmesini, en dramatik şekilde anlatır bu dizeler. Mehterden ya da rahmetli Barış Manço'dan dinlediğimiz bu dizelerin Estergon Kalesi için yazıldığını söylemeye gerek yok. Bazen de eski bir film olarak çıkar önümüze Estergon. Cüneyt Arkın, Serdar Gökhan gibi oyuncular surlarında cirit atarlar, duvarlarına tırmanırlar. Koca Estergon, bütün ihtişamıyla canlanır gözümüzün önünde. Yaban ellerde olduğunu unutur, yanı başımızdaymış gibi hissederiz... Oysa Estergon Kalesi, Budapeşte sırtlarından bakıyor Tuna'ya, hatta hemen karşısındaki Slovenya'ya. Yanı başına inşa edilen Macaristan'ın en büyük kilisesi Matthias'a inat süzüyor nehri. Peki Estergon Kalesi'nin bugün ne durumda olduğunu hiç merak ettiniz mi? Ya da Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan, Romanya ve Ukrayna'daki diğer ecdad yadigarlarını. Galiba bu soru, cevabını aramaya başladı. Bizler sınırları aşamasak da birileri onları evlerimizin baş köşesine kadar getirmeye kararlı.
Yönetmen Mesut Uçakan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi çerçevesinde 'Osmanlı Tuna'sı' diyebileceğimiz coğrafyada Türk ve İslâm kültürünün izlerini araştırmak için kolları sıvadı. 'Tuna Nehri Aksam Diyor' adıyla çekilecek belgesel için Budapeşte'de 'motor' dedi. Belgesel, Tuna Nehri'ni bir gelin, İstanbul'u da beyefendi olarak ortaya koyuyor. Estergon'dan başlayarak Tuna'nın Karadeniz'e döküldüğü Sulina'ya kadar, nehir kıyısındaki irili ufaklı beldelerdeki Osmanlı eserleri çarpıcı bir sinema diliyle ekrana yansıyor. Ekrana diyoruz, zira üç bölümlük belgeselin yayınlanacağı kanal için TRT ve atv'nin adı geçiyor. 90 dk'lık özel bir bölüm hazırlayıp 27 Aralık'ta Cemal Reşit Rey'de gala düşünüyor Uçakan.
Macaristan'da gördüğü Osmanlı izleri oldukça heyecanlandırmış yönetmeni. Bu heyecanına izleyicileri de ortak etmek için bir aylık yoğun bir çekim süreci var önünde. Uçakan, "Amacımız cihan devletinin yaptıklarını yeni nesle intikal ettirmek. Günümüz gençlerinin Recep İvedik'lerle içinin boşaltıldığını görüyoruz." diyor. Sağlam bir ekiple çalıştığını da belirtmekte fayda var. Pek çok televizyon projesinde yer alan Ahmet Edebali, proje koordinatörlüğünü üstlenmiş. Görüntü yönetmeni, "Dabbe" ve "Semum" filmlerinden hatırlayacağımız Seyhan Bilir. Ekibe rehberlik yapan üç üniversite bitirmiş, beş dil bilen Yakup'u da unutmamak gerekir. Sonradan Müslüman olan, ayaklı bir kütüphane adeta.
Gül Baba'yı Macarlar da seviyor
Gül Baba'nın Budapeşte'deki türbesini sadece Müslüman turistler ziyaret etmiyor. Çocuğu olan, evlenen Macarların da uğrak yeri. Belgeselde ayrı bir yeri olacak Gül Baba'nın. Budapeşte'de gezilmedik, görülmedik tarihi eser bırakmamış Uçakan.
Biz yalnızca Budapeşte'deki çekimleri görsek de, bunlarla sınırlı değil proje. Belgesel Tuna'nın ilk kaynağından, Brege ve Brigach dağ ırmaklarının Almanya'nın güneyinde 678 metre yükseklikten çıkışı ile başlıyor. Bir zamanlar Kanuni Sultan Süleyman ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın kapılarına dayandığı Viyana'dan geçerek Osmanlı'nın en büyük destanlarından birinin yazılmış olduğu Budapeşte, Belgrad, Bükreş, Vidin, Plevne, Silistre ve Köstence'ye kadar pek çok Tuna kentini içine alıyor. İki günlük gezide pek çok yeri gezme fırsatı bulsak da daha gezilmedik görülmedik o kadar eser var ki! Bunları da yakında belgeselde izleyeceğiz. Bakalım üç bölümlük projede Tuna Gelin, Dersaaddet'teki sevgilisine kavuşabilecek mi?

İzleyici, Farklı Desenler'i sevdi


İzleyici, Farklı Desenler'i sevdi
26.10.2010
Samanyolu'nun yeni dizisi 'Farklı Desenler' iftiraya uğrayıp yıllarca hapiste yatmış bir polis memurunun dağılan ailesini yeniden toparlamaya çalışması etrafında şekilleniyor.
İlk bölümünde aldığı reytingle pek çok yapımı geride bırakan dizi, üç oğlunu bir arada tutmaya çalışan bir babanın, Hayrettin'in (İskender Altın) yaşadıklarını yansıtıyor beyazcama. Pek çok dizide ailelerin parçalanması konu edilirken, izleyici Farklı Desenler'de, parçalanmış bir ailenin nasıl toparlandığına şahit oluyor. Kanala gelen izleyici yorumlarının çoğu da bu yönde gelen teşekkür maillerinden oluşuyor. İzleyiciye sıcak bir aile dizisi izletmek istediklerini söyleyen yapımcı Melih Sezgin, gelen mail ve telefonlardan oldukça memnun.
Dizide hikâye Efegil ve Aksoy aileleri arasında geçiyor. Emir babası gibi polis olmuş, babasına iftira atan adamın kızını sevmektedir. Hayrettin'in diğer oğlu Şeref, babası hapse girince evin geçimini üstlenmiştir. Bir diğer oğlu Yaşar ise ailesinin istemediği bir evlilik yapmıştır. Anne Nebahat de davranışları yüzünden aileyi yıkılmanın eşiğine getirmiştir.
Hasan Kıraç'ın yönettiği dizinin bu akşamki bölümünde; Hayrettin Bey, Galip ismini öğrendikten sonra bir türlü içi rahat etmez. En samimi arkadaşının neden yıllarca hapiste yatmasına sebep olduğu sorusuna cevap verebilmek için Emir ile birlik olup Galip'in peşine düşer. Feride kızının ikizi hakkında gerçekleri öğrenecekken Güleser'e aniden TIR çarpar. yusuf bülbül istanbul

Ayhan Işık söylüyor: Gönül belası...


Ayhan Işık söylüyor: Gönül belası...
Odeon Müzik'ten çıkan 'Şöhretler Gazinosu' adlı albüm Yeşilçam'ın şöhretlerini yeniden bir araya getirdi. Arşiv kayıtlarından oluşturulan albümde Ayhan Işık, Nebahat Çehre, Sevda Ferdağ, Fikret Hakan, Parla Şenol, Bora Ayanoğlu, Lale Belkıs, Suzan Avcı, Sadri Alışık, Kerem Yılmazer ve Göksel Kortay söyledikleri şarkılarla yer alıyor.
"Gün gelir başımı göğe erdirir / Gün gelir namerde muhtaç ettirir..." Mekanın kapısından adım atarken içeriden gelen şarkıda böyle diyor. Hüzünlü bir ses... Belli ki eskilerden; ama kim? Odeon Müzik'in 'Şöhretler Gazinosu' adlı albüm tanıtımı için geldiğimiz Beyoğlu'nda neyle karşılaşacağımızı az buçuk tahmin etsek de Ayhan Işık'ın sesinden 'Gönül Belası' adlı şarkıyı dinlemek aklımızın ucundan geçmezdi. Barkovizyondan akan görüntüler eşliğinde, 'Bir belam var, gönül derim adına...' diyor Yeşilçam'ın taçsız kralı; 'Varımı yoğumu harcar durmadan, susuz değirmene döndürür beni...' İnsan, bu ses gerçekten Ayhan Işık'ın mı, demeden edemiyor... Sonra öğreniyoruz ki 1974 yılında bir 45'lik yapmış. Sadece Ayhan Işık değil, bir dönem, filmleriyle milyonların gönlüne girmeyi başaran Nebahat Çehre, Sevda Ferdağ, Fikret Hakan, Parla Şenol, Bora Ayanoğlu, Lale Belkıs, Suzan Avcı, Sadri Alışık, Kerem Yılmazer ve Göksel Kortay... Kimi pop, kimi Türk halk müziği, kimi de sanat müziği icra etmiş. Hem de büyük bir ustalıkla. Bu arada 7 dakikalık tanıtım filmi dönmeye devam ediyor. Herkes şaşkın: 'Aaa, bunları kendileri söylüyormuş!'
'Şöhretler Gazinosu' adlı albümün tanıtım toplantısına albümde şarkıları olan Nebahat Çehre, Lale Belkıs, Sevda Ferdağ, Bora Ayanoğlu, Suzan Avcı, Göksel Kortay'ın yanı sıra sinema çevresi ile çok sayıda basın mensubu da katıldı. Yılların sinema yazarı Atilla Dorsay bile şaşkın. "Bu insanların şarkı söylediğini bilmiyordum." diyor. Albümde şarkısı olan, ancak bugün aramızda bulunmayan Kerem Yılmazer'in tiyatro oyuncusu eşi Göksel Kortay da buğulu gözlerle Yılmazer'in 'Hayat Boş' adlı şarkısına eşlik ediyor bir köşede."
FİLM ŞARKISI DEĞİL, 45'LİK
Albüm, Yeşilçam sokağına alıp götürüyor dinleyenleri. Onları tekrar salona getirmek de tabii ki Odeon Müzik Proje Koordinatörü Zeynep Göktürk'e düşüyor. Öyle ya, bu projenin bir hikâyesi olmalı. 'Nereden çıktı bu albüm fikri?' sorusu cevapsız gezip duruyor. 86 yıllık Odeon'un arşiv zenginliğini anlatırken, başka sürprizlerin de müjdesini veriyor Göktürk. Ve tabii ki Şöhretler Gazinosu'nun çıkış hikâyesini anlatıyor. Albüm fikri, arşivi karıştırırken Ayhan Işık'ın sesinin duyulmasıyla başlamış. Ancak tek başına bu kaydı bir yere oturtamamışlar. Araştırmalar devam edince eski sinema ve tiyatro oyuncularının şarkıları çıkmış önlerine. 'Sesler üzerinde ne kadar oynadınız?' sorusunu, "Yaptığımız tek şey orijinal seslere sadık kalmak.. Sadece küçük çıtırtıları ayıkladık. Bir de bunlar filmlerde okunmuş şarkılar değil. 45'lik yapılmış özel kayıtlar." diye cevaplıyor Göktürk. Bora Ayanoğlu "Çok iyi bir proje oldu." derken, Sevda Ferdağ o dönem ısrarları "Ben oyuncuyum beni aramayın" diyerek geçiştirmeye çalışsa da kayıt odasına girmekten kurtulamamış. O dönem 'Bir daha söyle, bir daha...' isteklerine kayıtsız kalamayan Suzan Avcı, "İyi ki de yapmışız." diyor. Fiket Hakan'ı görmek için gelenleri ise oyuncunun 'hasta' olduğu haberi üzüyor...
ALBÜMDE KİMLER YOK Kİ
Bugün Odeon Müzik etiketiyle satışa çıkan albümde Nebahat Çehre 'Büklüm Büklüm' Ayhan Işık 'Gönül Belası', Sevda Ferdağ 'Vız Gelir Dünya', Fikret Hakan 'Al Yanaklım', Kerem Yılmazer 'Hayat Boş', Sezer Güvenirgil 'Aşktan da Öte', Bora Ayanoğlu 'Güller ve Dudaklar', Parla Şenol 'İnanmam', Lale Belkıs 'Çingene', Neriman Köksal 'Şeker Alalım', Sadri Alışık 'Tophane Rıhtımında', Suzan Avcı 'Tabya Başında', Tolga Aşkıner ise 'Vermediler ki' şarkılarını seslendiriyor. (0212 422 10 37)
Atilla Dorsay: Şarkı söylediklerini bilmiyordum
"Bu usta oyuncuların şarkı söylediğini bile bilmiyordum. Filmlerde başkaları seslendiriyor biliyordum. Oysa hepsinin 45'likleri de varmış. Bu beni çok heyecanlandırdı. Bir tek Bora Ayanoğlu var şarkıcı olarak bildiğimiz. Diğerleri sürpriz oldu. Bunun önemli bir hizmet olduğunu düşünüyorum. Arşivlerin dibini arayıp olmadık şeyler çıkarıyorlar. Ayhan Işık plak yapmış. Bu benim için büyük bir keşif."

YUSUF BÜLBÜL - İSTANBUL   -   27.10.2010

'Hûn çima ev qas dereng man?'*


'Hûn çima ev qas dereng man?'*
YUSUF BÜLBÜL İSTANBUL   -   29.10.2010
Üç ay önce izleyicilere merhaba diyen Dünya TV'yi özellikle Doğu ve Güneydoğu halkı bağrına bastı. İzleyicilerin kanalı sahiplendiğini söyleyen Dünya TV Genel Müdürü Remzi Ketenci, "Beklediğimizin de ötesinde olumlu mesajlar alıyoruz." derken, en çok duydukları cümle "Hûn çima ev qas dereng man?" (Neden bu kadar geç kaldınız?) oluyormuş.
Halkın günlük yaşamındaki duygu-düşüncelerine tercüman olduklarını söyleyen Ketenci, "Yıllardır ihmal edilmiş, belki unutulmuş gerçeklerini, dilini, kültürünü, geleneklerini bu ekranda görünce sahipleniyor insanlar. Çünkü kendisini burada görüyor." diyor. Yeni bir kanal olmasına rağmen görülen ilgi, Remzi Ketenci'yi ve kanal çalışanlarını mutlu ediyor. Ketenci, sadece yurtiçinden değil, yurtdışından da çok sıkı takipçileri olduğunu anlatıyor. Teşekkür edilen konuların başında konuşulan dilin anlaşılır olması geliyormuş. Yayına başlamadan önce en büyük korkularının bu olduğunu söylüyor Ketenci: "Farklı şiveler ve ağızlar anlaşılmayı güçleştiriyor. Fakat bu konuda hassas çalışmalarımız oldu. Çok önemli iki prensiple yola çıktık ve sonucunu aldık. Birincisi, anlaşılır olmak; ikincisi, dilin orijini muhafaza etmek..."
27 Temmuz'da yayın hayatına başlayan kanalda, başta kültür-sanat olmak üzere bölge ve dünyadan haberler, spor, belgesel, dizi, sinema, çizgi film, müzik gibi pek çok program Kürtçe olarak izleniyor. Gaziantep'ten yayın yapan ve 40 kişilik bir ekibin çalıştığı Dünya TV'de Türkçe programlara da yer veriliyor. Ancak bunlar yüzde 20'yi geçmiyor. Önemli bir boşluğu dolduran kanalın kuruluş aşaması da oldukça ilginç. Ketenci, neden böyle bir televizyona ihtiyaç duyulduğunu, "Gaziantepli işadamları, 'Biz bu ülkede yaşıyoruz, ekmeğini yiyor, suyunu içiyoruz. Bu yaşanan süreçte bize düşen ne?' sorusuna cevap ararken böyle bir televizyon kurmaya karar vermişler. Amacımız, binlerce yıldır birlikte yaşadığımız bu coğrafyada ekilen nifak tohumlarına bir nebze karşı durabilmek." şeklinde özetliyor. *Hûn çima ev qas dereng man?: Neden bu kadar geç kaldınız?
Caillou, Kürtçe konuşuyor
Halkın Sesi (Denge Gel), Misafir (Mevan) ve Kadın Aile (Jin U Jiyan) gibi programların yanında Tarçın ve Arkadaşları ve Caillou gibi çizgi filmler Kürtçe olarak ekranda. Daha önce Samanyolu'nda yayınlanan Ritmini Arayan Kalpler, Kader Çizgisi ve Büyük Buluşma gibi yapımlar da yine Dünya TV ekranlarından izleyiciye ulaşıyor. Uydu üzerinden yayın yapan kanal, Türksat 3A Frekans: 11064V, Symbol Rate: 13000, FEC: 5/6 frekansından izlenebiliyor.

Uydudan yayın yapan kanallarda fuhuş tuzağı


Uydudan yayın yapan kanallarda fuhuş tuzağı
Uydudan yayın yapan ve çoğu müzik klibi yayınlayan onlarca kanalda çöpçatanlık mesajları yer alıyor. Mesajlara kanan 16 yayındaki H.E. adlı kızın evden kaçması sonucu tecavüze uğraması dikkatleri bu kanallara çevirdi. Kanallarda mesajların çoğu cinsel içerik ve arkadaşlık tekliflerinden oluşurken, bu yayınların Türkiye'de denetiminin olmadığı anlaşıldı. TV'lerin bir kısmı Doğan TV, Digiturk ve Türksat Almanya gibi paketler üzerinden yayın yapıyor.
Uydudan yayın yapan ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) dahil her türlü denetimden uzak olan yüzlerce kanal, gençlerin kötü yola düşmesine sebep oluyor. 'Arkadaş arıyorum, beni bu numaradan arayın...' mesajları gün boyu onlarca kanalda yayınlanıyor. Bu mesajlarla genç kızların ve dul bayanların kötü niyetli kişilerin tuzağına düşmesine imkân tanınıyor. Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinde yaşayan 16 yaşındaki H.E. isimli kızın bir televizyon kanalına gönderdiği kısa mesaj sonrası 1 ay ortadan kaybolmasıyla ilgili olay henüz tazeliğini korurken, İstanbul'da yaşanan bir başka olay, bu kanalları yeniden tartışmaya açtı. İstanbul'da ailesinin yanında kaldığı sırada bir televizyon kanalındaki arkadaşlık mesajları aracılığıyla Adana'dan kendisini Tamer olarak tanıtan bir kişiyle tanışıp Adana'ya giden ve fuhuş çetesinin ağına düşen F.A., 40 gün boyunca tecavüze uğradıktan sonra polisi arayarak kurtulmuştu.
Uydu üzerinden yayın yapan yüzlerce kanalın en büyük özelliği yer verdikleri Türkçe klip, şarkı ve programlar. Bazı kanallar Doğan TV'ye ait D-Smart paketinden yayın yapıyor. Doğan TV'den görüştüğümüz yetkililer, bu kanalların ana kumandasının yurtdışında olduğunu ve kendilerinin buna müdahale şanslarının bulunmadığını söylüyor. Türksat üzerinden izleyiciye ulaşan ve 500'e yakın kanal içinde sayıları her geçen gün artan bu televizyonlar, RTÜK tarafından da denetlenemiyor. Televizyonlarda alenen fuhuş yaptırıldığını söyleyen psikologlar ise aileleri tarafından ilgisiz bırakılan çocuklara dikkat çekiyor. Çocuk ve ergen psikoloğu Mehmet Dinç, "Aile içinde sevgi ve ilgi göremeyen ergen, sevgiyi dışarıda arıyor." derken, psikolog Fazilet Seyidoğlu, "Mesajlar, fuhşu teşvik ediyor." yorumunda bulunuyor.
RTÜK'ÜN ELİ KOLU BAĞLI
Çoğu müzik klibi yayınlayan, altyazılarla da adeta gençleri, evlenmek isteyenleri ya da arkadaş arayanları telefon etmeleri için teşvik eden kanallar, denetimden de uzak. Denetimden uzak olmalarının en büyük nedeni, yayın lisanslarını yurtdışından almaları. RTÜK yetkilileri, bu konuya şöyle açıklık getiriyor: "Bu yayın kuruluşları lisansını bizden almadı. Bunlar yurtdışından (çoğu Kıbrıs'tan) yayın yapıyor. Önceden bunlara da müdahale ediyor ve hangi paket üzerindeyse uyarıp ve paketten çıkmasını sağlıyorduk. Ancak bizi mahkemeye verdiler ve elimizdeki bu yetki mahkeme kararıyla alındı."
Kanallarda yayınlanan bazı telefon numaralarını arayarak neden mesaj bıraktıklarını sorduk. Aradığımız gençlerin çoğu evlenmeyi düşünmediklerini belirtirken, "Buradaki kızlarla asla evlilik olmaz." dedi. Görüştüğümüz kişiler eğlence için aradıklarını ifade ederken, kendilerini arayan bayanların maddiyatı ön planda tuttuklarını da dile getirdiler. Adının açıklanmasını istemeyen bir başka genç ise bugüne kadar 25 kişiyle çıktığını ve artık bu işten bıktığını anlatıyor.

Sevgi, masalsı olarak sunuluyor
Mehmet Dinç (Çocuk ve Ergen Psikoloğu): Aile içinde sevgi ve ilgi göremeyen ergen, sevgiyi dışarıda arıyor. En kolay sevgi de maalesef sanal ortam ve TV kanallarında bulunuyor. Ekranlarda sevgi, masalsı bir ilişki olarak gösteriliyor. Bu da ergenin hiç tanımadığı kişilerle maceraya atılmasına sebep oluyor. Gençler şunu bilmelidir ki doğru ilişki, görülen ilişkidir. Sevgi uzaklarda aranmamalıdır. Birey 'Benim hangi sevgiye ihtiyacım var?' sorusuna cevap aramalı, maceraya atılmamalıdır. Aileler de sürekli çocuklarını kontrol etmeli, sanal ortamdaki ve kanallardaki sevgiler üzerine bilgilendirmeliler.
Gençlerin hayatı olumsuz etkileniyor
Fazilet Seyidoğlu (Çocuk ve Ergen Psikoloğu): Televizyon kanallarındaki arkadaş içerikli mesajlar fuhşu teşvik ediyor. Özellikle de ergenin ilgisini çeken müzik kanallarında yayınlanan arkadaş bulma içerikli mesajlar, gençlerin hayatını mahvediyor, ailelerin dağılmasına sebep oluyor. Sevgiden, ilgiden yoksun büyüyen ergen, bu yollarla sevgiyi bulacağını sanıyor. Burada aile ve TV kanallarına çok iş düşüyor. Öncelikle kanallarda bu mesajlara yer verilmemeli. Aileler de çocuklara kanallardaki bu bilgilerin yanlışlığından bahsederek bilgilendirmelidir.

YUSUF BÜLBÜL İSTANBUL   -   03.11.2010

Kırmızıgül: New York'ta Beş Minare en iyi filmim

Kırmızıgül: New York'ta Beş Minare en iyi filmim
Mahsun Kırmızıgül'ün senaryosunu yazdığı, yönettiği ve başrolünü oynadığı "New York'ta Beş Minare"nin ilk gösterimi önceki akşam Kanyon AVM'de yapıldı.
Film, aralarında siyasetçi, televizyon ve gazetelerin genel yayın yönetmenleri, yapımcılar, yönetmenler ve çok sayıda basın mensubunun katıldığı 200 davetli tarafından izlendi. İstanbul, New York ve Bitlis üçgeninde çekilen filmin galasına, filmin Hollywood'lu oyuncularından Danny Glover ve Gina Gershon'ın dışında tüm ekip katıldı. Haluk Bilginer, Robert Patrick, Mustafa Sandal, Engin Altan Düzyatan, Ali Sürmeli, Erkan Petekkaya ve Salih Kalyon gibi isimler de galadaydı. Mahsun Kırmızıgül, ilgiye teşekkür ederken yaklaşık 1,5 yıldır çekimleri devam eden filmin seyirciyle buluşuyor olmasından çok heyecanlandığını dile getirdi. Kırmızıgül, 'New York'ta Beş Minare'nin önceki filmlerinden daha iyi bir film olduğunu söylerken, Amerikalı oyuncu Robert Patrick, Kırmızıgül'e ve yönetmenliğine övgüler yağdırdı. Bitlis'te töre cinayetiyle sona eren filmi izleyenlerin ilk yorumu, "Hollywood filmi gibi başladı, Türk filmi gibi bitti" şeklinde olurken, galaya gelenlerin çoğu filmi çok iyi bulduklarını söylediler. "New York'ta Beş Minare" cuma günü 820 kopya ile gösterime giriyor.


YUSUF BÜLBÜL   -   04.11.2010

Cine5'te herkese göre bir program var


05.11.2010 - 22:16
'Satıldı, satılacak' derken, Cine5 yeni bir yayın dönemine daha 'merhaba' dedi. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF tarafından yönetilen kanal, sanki hiç satılmayacak gibi yeni dizi, program ve haber programlarıyla yoluna devam ediyor.
Her gün yeni bir projeyi izleyicinin beğenisine sunan kanal yönetimi, 'herkes tarafından izlenebilir bir ekran' olma yolunda önemli adımlar atarken, projelerini ve kanalın geleceğini gazetelerin televizyon sayfası sorumluları, eleştirmenler ve magazin dünyasında söz sahibi gazetecilerle paylaştı. Önceki gün toplandığımız Balmumcu'daki The Plaza Otel'de Cine5 Yönetim Kurulu Başkanı Turan Korkmaz, Medya Grup Başkanı Hayrettin Arıcı ve program sorumluları, neler yapacaklarını anlattılar. Yemekte yenilik adına çok şey konuşuldu belki ama Turan Korkmaz'ın "Çok yıpranmış bir markayı herkes tarafından izlenebilir bir noktaya getirmek için gayretlerimiz sürecek." cümlesi kayda değerdi. 29 Kasım'da satışa çıkacak olan kanalda eskilerin yanında pek çok yeni proje izleyiciyle buluşacak.
YUSUF BÜLBÜL İSTANBUL

Bosna'da istenmeyen bir kuşağın filmi...


Bosna'da istenmeyen bir kuşağın filmi...
Bosna Savaşı'ndaki tecavüzler sonucu dünyaya gelen çocukların dramı ilk kez bir Türk yönetmenin filmine konu oluyor. Cem Akyoldaş'ın yönettiği 'Bekle Beni', Sırp tecavüzü sonrası doğan bir çocuğun, annesini ve öldürmek için babasını aramasını anlatacak.
18 yıl önceydi... Avrupa'nın göbeğinde 30 bin kadın Sırplar tarafından sistematik bir şekilde tecavüze uğramış, binlercesi hamile kalmıştı. Bu utancı intiharla atmaya çalışanların haberleri dalga dalga yayılırken, doğum yapanların çaresizliği yürekleri burkuyordu. İstemiyorlardı kendilerinden doğan çocukları. Ve tabii yetimhaneler 'istenmeyen' bebeklerle doldu taştı Bosna'da. Anneler, Sırp askerinin vahşiliğini, kocalarının toplu katliamlarla yok oluşunu gördüler masum bebeklerin yüzlerinde. Süt bile gelmedi göğüslerinden. Derin bir sessizliğe gömülmüştü insanlık. Sonra ne mi oldu? O günün çocukları bugünün gençleri oldu. Yetkililerin ne yapacaklarını kara kara düşündüğü gençler... Yönetmen Cem Akyoldaş, 'Bekle Beni' adlı sinema filminde işte bu çocukların dramını anlatıyor.
Oscarlı Angelina Jolie'nin 'aşk' peneceresinden baktığı, Emir Kusturica'nın 'abartılıyor' sözüyle Altın Portakal günlerinde yeniden tartışılan 1992-1995'teki Bosna katliamı, ilk kez bir Türk yönetmen tarafından perdeye aktarılacak. Senaryosunu Funda Çetin ile Mehmet Akif Turgut'un yazdığı filmde Batuhan Karacakaya (Salih), Berna Laçin (Marija), Orhan Bıyıklı (Teğmen Miloş), Yetkin Dikinciler (Mirsad), Ahu Türkpençe (Nermen) ve Tardu Flordun (Borislav) gibi oyuncular rol alacak. Kasım sonunda 'motor' denecek filmin çekimlerinin 45 gün sürmesi planlanıyor.
'Savaşın her türlüsüne karşıyım. Savaş karşıtı bir film yapmak istiyorum.' diyen Cem Akyoldaş'ı bu filmi çekmeye iten arkadaşları olmuş. Savaş yıllarında Bosna'da bulunan biri doktor diğeri avukat iki arkadaşı tarafından ikna edilen yönetmenin anlatılanlardan etkilendiği yüzüne ve konuşmalarına yansıyor. "Toplumsal film yapmak isteyen bir yönetmenin bu duruma kayıtsız kalması düşünülemezdi. Kaldı ki Türkiye'de yaklaşık 1 milyon Boşnak yaşıyor. Komşularım ve arkadaşlarım arasında çok sayıda Bosnalı var. Savaş sırasında yaşananlarla ilgili onların acılarına tanıklık ettim."
'Bekle Beni', savaştan çok, bir çocuğun annesini bulma, tecavüz sonucu doğduğunu öğrenince de öldürmek amacıyla biyolojik babasını bulma serüveni aslında. Uluslararası Af Örgütü'nün verilerine göre 20 bin kadın tecavüze uğradı Bosna'da. Kayıtlara geçmeyenler hariç. Bu kadınların çoğunluğuna gizli kamplarda tecavüz edildi, kürtaj olmaları engellendi. Hamilelikleri 6-7 aylık hale gelince trenlere doldurularak karşı tarafa yollandı. 5 bin kadar tecavüz bebeği doğdu. Bu bebeklerden bunalıma girmiş annelerince öldürülenler oldu. Az bir kısmını anneleri kabul etti. Kabullenilmeyen yaklaşık bin kadar çocuk bugün Bosna-Hersek'teki yetimhanelerde. Çocuklar annelerinin ve babalarının savaşta ölen Bosnalılar olduklarını sanıyorlar. Uzmanlar ikiye bölünmüş durumda. Kimi, bu çocuklara durumun psikolog eşliğinde söylenmesinden yana, kimi ise hiçbir zaman söylenmemesi gerektiğini düşünüyor. 2011 yılında bu çocukların en büyüğü 18 yaşını dolduracak ve yetimhaneden normal hayata geçiş yapacak. Sorun, şimdiye kadar kapalı duvarlar arkasında yaşanıyordu, ama çocuklar yetimhanelerden çıkınca gizlenmesi mümkün olmayacak.
Bekle Beni'de dünyanın dikkatini genelde savaşa, özelde ise savaş tecavüzlerinin sebep olduğu dramlara çekmek isteyen Cem Akyoldaş'ın izleyicilerden tek isteği var: "Bu sınavda herkes sınıfta kaldı. Gelecek nesillere bunu anlatmamız kolay değil. Anlatabilmek için de başımızı kumdan çıkarmanın zamanı geldi. Bir de filmi izleyen herkes, öykünün kendi ülkesinde yaşandığını sansın. Bütün amacım bu." Kültür Bakanlığı tarafından da desteklenen filme Başbakanlık Tanıtma Fonu, Zaman Gazetesi, Boydak, Bank Asya ve Republic of Bosna IHercegovina destek veriyor. Çekimler Bosna'da; Sarajevo, Zenica ve Tuzla, Türkiye'de ise Sakarya'da yapılacak.

"Savaş suçluları Lahey'de yargılanırsa mutlu olurum"
"Bosna Savaşı'nı anlatan bir belgesel film yapmadığımın farkındayım. Bu sebeple, savaşın nedenleri üzerinde durmadım, hangi tarafın haklı ya da haksız olduğu sorusunu sormadım; sadece ve sadece savaşın sonuçlarından birisini irdeledim. Savaş karşıtı olduğum kadar ırkçılığa da karşıyım. Bu yüzden tecavüz eden tarafın etnik kimliğini ve dinsel tercihini öne çıkarmadım. Belki de en iddialı olduğum şey, filmin tarafsız olduğu gerçeğidir. Topyekûn bir tarafın suçlu, diğer tarafın masum addedilmesi bu filmin amaçlarından biri değil. Savaş suçlularının Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'na çıkarılmasına katkıda bulunursam kendimi ayrıca mutlu hissederim."
YUSUF BÜLBÜL   -   08.11.2010

Hollywood değil Türk yapımı aksiyon

Mahsun Kırmızıgül, son filmi New York'ta Beş Minare ile aksiyonu bol bir filme imza attı. İzleyenlerin 'Hollywood ayarında bir film olmuş' yorumları yaptığı filmin sadece aksiyon sahneleri için bir buçuk milyon dolar harcanırken çoğunluğu Amerikan sinemasından tedarik edilen teknik ekip ve dublörler, Manhattan sokaklarında bir ay boyunca araba uçurup silahlı çatışmaya girdi.
Patlayan arabalar, çatışma sahneleri ve Manhattan üzerinde uçan helikopterler... Beyaz Melek'le sinemaya ilk adımı atan, ardından çektiği 'Güneşi Gördüm' ile dikkatleri üzerine çeken Mahsun Kırmızıgül, geçtiğimiz hafta gösterime giren New York'ta Beş Minare ile bir kez daha herkesi şaşırtmayı başardı. İlk üç günde 800 bin kişi tarafından izlenen film, sinema dünyasından geçer not alırken, aksiyon sahneleri için 'Hollywood ayarında olmuş' yorumları yapıldı.
New York'ta Beş Minare konusu, senaryosu ve oyunculuğuyla gündemden düşmezken, herkes tarafından beğenilen aksiyon sahneleri, 'güzel olmuş'tan öteye medyada yeteri kadar yer almadı. Filmin aksiyon sahnelerinin nasıl çekildi, kaç para harcandı ve ne tür zorluklarla karşılaşıldı? ABD'de film çekmek kolay mı? Bu soruların cevabını ararken bize en büyük yardım yapımcı Murat Tokat'tan geldi. Yapımcı bilgileri bizimle paylaşırken, teknik olarak sette bir sürpriz yaşayıp yaşamadıklarıyla ilgili merakımızı da bir cümlede açıkladı: "Mahsun Kırmızıgül'ün sisteminde sürprizlere yer yok. Yönetmen, hazırlık döneminde her planın dekupajını yapar, hangi sahnede teknik olarak ne kullanacağını çekimler başlamadan önce planlar ve herkese haber verir."
Filmin çekimleri için 1 yıllık hazırlık süreci yaşandı. Daha filmin başında gazetecinin arabasına biner binmez patlayan bombayla başlıyor aksiyon. Ve dozu giderek artıyor. 3 gün boyunca helikoptere bağlı olan 'Gyro' kamera sistemini de ilk kez bu filmde duymuş oluyoruz. Özellikle Manhattan'da 54 katlı binanın çatısında yapılan çekimin zorluğunu anlatıyor Tokat. Zira Manhattan'da bulunan binalara helikopterle 500 fitten daha fazla yaklaşmak yasakmış. Unutmadan, aksiyon sahnelerinde gördüğünüz insanların hepsi Amerikan sinemasından emekçiler. 10 kişilik bir ekiple çekilen sahnelerde ABD'li dublörler görev alıyor. Bu ekibin Hollywood'un 'en iyileri' olduğu söyleniyor. Türkiye'deki gibi başıbozukluk yok sahnelerde. Bir de filmde görev alan herkesin sendikalı olması şarta bağlanıyormuş. Ne diyelim darısı bizimkilerin başına!
Emniyet tedbirlerinin en iyi şekilde alındığı ve sinemanın teknik imkânlarının sonuna kadar kullanıldığı filmde, baskın sahneleri için oyuncular üç gün boyunca eğitimden geçirilmiş. Bu sahneler için özel mekânlar inşa edilirken iç mekânlarda geçen bölümlerin çoğu stüdyolarda çekilmiş. 70'e yakın silahın kullanıldığı filmde 50'ye yakın aracı film boyunca izlemek mümkün... Bunlar kimi polis arabası, kimi cezaevi, kimi de makam arabası olarak çıkıyor karşınıza... Toplamda 2 bin 500'e yakın insanın görev aldığı filmin, sadece New York'taki aksiyon sahnelerinde yaklaşık bir buçuk milyon dolar harcanmış.
Yüzde 50'si Amerika-New York'ta, diğer yarısı İstanbul ve Bitlis'te çekilen filmin en önemli özelliklerinden biri de ilk kez bir yerli filmde Almanya, Los Angeles ve New York'tan temin edilen "Anamorpfic Lensler..." kullanılması. Ayrıca filmin tüm ses, foly, final mix işlemlerinin Londra'da yapıldığını öğreniyoruz. Bütün bunları dikkate aldığınızda filmin hazırlık aşamasının bu denli uzaması ve Mahsun Kırmızıgül'ün diğer iki filminden çok bu filme zaman ayırması boşuna değil elbette.
Müzik özlemini film müzikleriyle gidermeye çalışan Mahsun Kırmızıgül, New York'ta Beş Minare'de 140 kişilik müzisyenden oluşan "The City Of Prague Film Harmonic-Prag Senfoni Orkestrası" ve "Prague Opera Korosu" ile çalıştı. Bu arada filmin müziklerinin yer aldığı albüm 5 Kasım'da müzikseverlerin beğenisine sunuldu.
Filmden Notlar
1- Çekimler, 3 haftası ABD olmak üzere bir yıl sürdü.
2- Aksiyon sahnelerine 1,5 milyon dolar harcandı.
3- 50 araç, 70 silah kullanıldı.
4- Aksiyon ve patlamalar için 10 ABD'li dublör çalıştı.
5- 2 bin 500 figüran görev aldı.
6- Müzikleri 140 kişilik orkestra tarafından icra edildi.
7- Manhattan'daki helikopter çekimleri üç gün sürdü.
8- Filmin müzikleri albüm oldu.
9- İlk kez bir yerli filmde "Anamorpfic Lensler" kullanıldı.
10- Baskın sahneleri için özel mekânlar inşa edildi. Oyuncular silah eğitimi aldı.

YUSUF BÜLBÜL   -   14.11.2010

'Muhteşem Yüzyıl' dizi oldu, Hürrem Almanya'dan gelecek


01.12.2010-YUSUF BÜLBÜL
Kanuni Sultan Süleyman dönemini konu alan 'Muhteşem Yüzyıl' adlı dizinin çekimlerine başlandı.
Tims Productions tarafından çekilen ve Show TV'de ekrana gelecek olan dizinin oyuncu kadrosu büyük oranda netleşti. Daha önce Fahriye Evcen'e teklif edilen Hürrem Sultan rolünde Almanya'dan adı açıklanmayan bir oyuncu yer alacak. Gerek yapımcı firma gerekse yayıncı kuruluş dizi hakkında bilgi vermekten kaçınırken Halit Ergenç'in Kanuni Sultan Süleyman'ı, Nebahat Çehre'nin ise Valide Sultan'ı oynayacağı projede Okan Yalabık da rol alıyor. Uzun bir hazırlık aşamasından geçen dizinin senaryosunu Meral Okay yazıyor. Pek çok tarih ve sanat danışmanının görev aldığı dev projenin kostüm ve mekân çalışmaları bir yılı aşkındır sürüyordu. yusuf bülbül istanbul

Yeşil sahalarda keşfedildi


Yeşil sahalarda keşfedildi
Şefkat Tepe'de Serdar Üsteğmen'i oynayan Mert Kılıç, kamera karşısına geçmeden önce sahalarda top koşturuyordu. Oyunculuğu futbola benzeten Kılıç, "Yönetmen teknik direktör, biz oyuncularız." diyor.
Kısa yoldan şöhrete ve paraya ulaşmanın iki yolu olduğuna dair yaygın bir görüş var ülkemizde. Kimi aileler küçük yaştaki çocuklarıyla kulüp kapılarını aşındırırken, kimileri ise televizyonun büyülü dünyasından medet umar. Peki hem futbolda kariyer yapıp hem de televizyonda şöhret olanlara ne demeli... Samanyolu'nun yeni dizisi 'Şefkat Tepe'de Serdar Üsteğmen'i oynayan Mert Kılıç, her iki mesleğin kulpundan tutup, birini kendi isteğiyle tercih edecek kadar şanslı bir kişi. Ancak Kılıç'ın anlattıklarından, şöhret yolunda yükselmenin sadece şansla ilgili olmadığını, çok çalışmak gerektiğini çıkartmak da mümkün.
İkinci Lig'de futbol oynarken arkadaşlarıyla birlikte teknik direktörü de kabiliyetinin farkına varır ve Kılıç'a takılmaya başlar. 'Büyük şehre git, orada hem bir kulüpte oyna hem de modellik yap. Oyuncu bile olabilirsin.' diyenlerin sayısı arttıkça Kılıç'ın kafası karışır. Ama her futbolcu gibi o da 'futbolu bıraktığım zaman ben biterim' düşüncesiyle boğuşmakta, bir türlü yeşil sahalardan kopmaya cesaret edememektedir. Sonunda kararını verir. İstanbul'da bir kulüpte oynayacak, bu arada oyunculuk için kendisini geliştirecektir. 2002 yılında girdiği bir yarışmada 'best model' olunca kendisini televizyon dünyasının ortasında bulur: "Erler Film'den teklif geldi. İlk dizim Fatma Girik'in de oynadığı Gurbet Kadını oldu. Daha sonra 'Asla Unutma'da rol aldım. Artık her şey istediğim gibi gelişmeye başlamıştı."
Ekranda kendisini izledikçe kabuğuna sığmaz ve daha fazlasını istemeye başlar. Ama 'kopamam' dediği futboldan da günden güne uzaklaşmaktadır. Oyunculuk için gittiği Amerika, onu yeşil sahalardan tamamıyla kopartır. Önceden de sadece futbol odaklı bir hayatı benimsemeyen oyuncu, sürekli farklı arayışlara girer: "Şimdiki futbolculara baktığın zaman hiçbiri sadece futbolu düşünmüyor. Kendisini geliştiriyor. Çoğu okuyor."
ŞÖHRET, İNSANLIĞIMIZI GÖTÜRMESİN
Kısa sürede tanınan Mert Kılıç'ın şöhretle ilgili kaygıları da yok değil. "İnsanlığından hiçbir şey kaybetmeyeceksin. İlgi görüyorsun, sonra kişilik bozukluğu yaşıyorsun. 'Ben artık oyuncu oldum, insanlar beni beğeniyor' demeye başlıyorsun. Bir dönem ben de yaşadım bunu. Amerika'da aldığım eğitimin çok büyük faydası oldu bunları aşmamda." diyor. Kılıç, Al Pacino ve Brad Pitt gibi ustaların katıldığı festivallerde boy göstermiş Amerika'da. Kendi çabalarıyla gittiği Los Angeles'ta dil eğitiminin yanında oyunculuk eğitimi de almış. Her ne kadar 'bitti' dese de oyunculuğu futbola benzeten Kılıç'ın verdiği örneklerden kafasının hâlâ yeşil sahalarda olduğu anlaşılıyor: "Bu iş bir takım oyunu ister. Tıpkı futbol gibi. Yönetmen teknik direktör, biz de futbolcularız. Partnerimden güzel pas alırsam güzel pas atarım."

YUSUF BÜLBÜL   -   07.12.2010

Metin Şentürk ana habere şenlik getirdi

Metin Şentürk ana habere şenlik getirdi

YUSUF BÜLBÜL İSTANBUL   -   08.12.2010

Sıra dışı çıkışlarıyla gündeme gelen görme engelli şarkıcı Metin Şentürk, önceki gün yine bir sürpriz yaptı ve 24 Ana Haber bülteninin sunucu koltuğuna oturdu.
Şentürk, 'Benim Gözümle' başlığı altında haber sunmaya başladı. Dünyada bir ilk olduğu ifade edilen uygulama için günler öncesinden hazırlıklara başlayan Şentürk, ilk heyecanını izleyicileriyle paylaştı. 19.10'da başlayan bülten için 16.00'da kanala gelen şarkı, başta yayın toplantısı olmak üzere haberin hazırlanış sürecini izledi.
Şentürk, neşeli tavırlarıyla yayın toplantısının havasını değiştirmekle kalmadı, ilk yayın heyecanını da bol bol pratik yaparak geçirdi. Kısacası dersine iyi çalıştı...
Kabartma yazıların yanında, kulaklıklar yardımıyla reji tarafından desteklenen Şentürk, yayın boyunca espri yapmayı da ihmal etmedi. Engelliler için hazırlanmış bir haberi sundu ve Beşiktaş-Bursaspor maçında yaşanan olaylar için "Görmek istemediğimiz olaylar" diyerek espri yaptı. Canlı yayın bağlantıları, konuklarla sohbeti başarılı olsa da Şentürk'ün kısa süreli ses problemleri ve ekrandaki eğik duruşu gözden kaçmadı. Ana haberin ciddiyet istediğini ve bu ayrımı çok iyi bildiğini söyleyen Şentürk, "İnsanlara bir şeyleri algılatmak sizin elinizde. Eğer siz ağlanacak yerde güler, gülecek yerde ağlarsanız orada tehlike başlıyor demektir. Biz şu an farklı bir şey yapıyoruz. Buna insanlar çeşitli şekilde dokunacaklar, yazacaklar ve hatta eleştirecekler. Haberi ciddiyetini bozmadan yumuşak bir dille aktarıyoruz. Haberin yüzünü güldüren bir üslup olacak bizde. Biraz daha halk dili, biraz daha basitleştireceğiz haberleri. Diplomatik bir dil yerine, aile dili kullanacağız. Ama dozunda ve kararında." dedi.
HAYATA BENİM GÖZÜMLE BAKMAK FARKLI OLACAK
'Benim Gözümle' üst başlığı altında sunulan bültenlerin nasıl hazırlandığını az buçuk görsek de en çok merak ettiğimiz, bu fikrin kimden çıktığıydı. Televizyon izleyicisi Metin Şentürk'ü sıradışı işleriyle tanıyor, hayata bakışıyla da seviyordu. Farklılığın sırrını şu cümlelerle açıkladı Şentürk: "24 Genel Yayın Yönetmeni Akif Beki'nin fikri bu. Öncesinde bir şeyler yapalım diye konuşmuştuk. Ancak iş bu noktalara geldi. Heyecanlıyım ve iyi bir iş olacağını düşünüyorum." Ülke gündemini yakından takip eden Şentürk, siyasetten ekonomiye, sosyal hayattan spora her konuda bilgisi olduğunu da ortaya koyuyor. O yüzden de yayın toplantısında pek sıkıntı yaşamıyor. Acıklı ve elim bir haberi sunmanın zorluklarını ve bu tür haberler karşısındaki tepkisiyle ilgili sorumuza ise hafiften bozuluyor: "Bütün insanlar üzüldüğünde nasıl davranırsa biz de öyle davranırız. Körler farklı üzülmez. 72 milyon ne hissediyorsa ben de aynısını hissediyorum."

Filmciler geldi köyün hayatı değişti


Filmciler geldi köyün hayatı değişti

Karıncalı dağının eteklerine kurulmuş Toygar Köyü'nün kahvesindeyiz. Kahveci Özcan başımızda. Gelişmeleri ve sıcak haberleri ilk elden alıyoruz. Hem de bol köpüklü kahvelerimizi yudumlarken...
 
Konu, çekimleri Toygar köyünde devam eden 'Çete Ayşe' filmi. Toygarlılar filmle yatıp filmle kalkıyor. Çoluk çocuk, genç yaşlı, köylülerin merak ettiği tek şey, filmin ne zaman biteceği...
-Köy meydanındaki kahvehânenin önünden Nazilli'nin perşembe pazarına gitmeye hazırlananların uğultusu yükseliyor. Yeni gelenlerle kahvenin önü giderek kalabalıklaşıyor. Ilık, güzel, aydınlık bir sonbahar sabahı... Yemyeşil tepelerde otlayan koyunların çan sesleri duyuluyor. Ara sıra geçen mobilet gürültüsü sinir bozucu olsa da kimse kılını kıpırdatıp bakmıyor, alışmışlar... Mehmet Aslan ve Mustafa Yılmaz da geldi... Köy meydanında şamata başladı. Şakanın bini bir para... 'Valla bu sene de üçüncü ürünü ektim...', 'Havalar da iyi gediyor...', 'Muhtarı gören var mı?' 'Yavrum filmciler gelecek mi?'... İşte bütün mesele bu son soruda gizli... Niyazi amcanın sorusu bir anda gündemi değiştiriyor. Zaten filmden başka bir şey konuşulmaz olmuş köyde.
Burası Aydın'ın Nazilli ilçesine 13 kilometre uzaklıkta, Karıncalı Dağı'nın eteklerine kurulmuş 70-80 hâneli Toygar Köyü... Çekimleri Yenipazar'a bağlı Dalama ve Direcik'ten sonra Toygar'da devam eden 'Çete Ayşe' filmine kısa bir ara verilse de Toygarlılar şimdilik filmle yatıp filmle kalkıyor. Bütün bunları bizim nereden bildiğimizi merak edenler için haberi meydandaki kahveden yazdığımızı söyleyelim... Kahveci Özcan başımızda bekliyor. Gelişmeleri ve sıcak haberleri ilk elden alıyoruz. Hem de bol köpüklü kahvelerimizi yudumlarken... Filmin hikâyesini tabii ki başta yönetmen Yusuf Güven olmak üzere tüm oyunculara ve teknik ekibe soracağız. Ancak bir gerçek var ki Çete Ayşe, Toygarlıların hayatını fazlasıyla etkilemiş... Etkilemekle kalmamış, bir hayli değiştirmiş. Bunun sebebi elbette filme kaynaklık eden Çete Ayşe romanının yazarı Sabahattin Burhan'ın bu köyden olması. Filmin önemli bir bölümü de burada çekilince, köylü filme kendi malı gibi sahip çıkıyor.

 
Köyde gündem: Çete Ayşe
Eli cebinde salına salına meydana gelen köylülerin merak ettiği tek şey, filmin ne zaman biteceği... Bu arada köy muhtarı Ahmet Ekiz de geliyor... Unutmadan kahvenin duvarlarının Çete Ayşe filmiyle ilgili haber ve afişlerle dolu olduğunu söylemekte fayda var. Meydan, şimdiden film muhabbetiyle ısınmaya başladı bile... Bir de köylüler filmden, sanattan anlamaz derler. 'Bu film tutmaz' diyenleri mi ararsınız, aksaklıkların kurguda giderilebileceğini söyleyenleri mi, 'montajda filme ruhunu katarlar' diyenleri mi; ışık, kostüm her şeyden haberdarlar... 'Endişe etmeyin len, kameraların hilesi varmış. Film güzel olacak.' Kahveye her gelen farklı bir şey söylüyor. Oyuklu tepesine sırtını dönen, muhabbete dahil oluyor. Oyuncuların kabiliyeti bile sorgulanıyor. İmam Mehmet Öztürk 'tutmaz', muhtar 'tutar' diyor. Ve tabii Çete Ayşe'nin yazarı Sabahattin Burhan'ın ağabeyi Mehmet Burhan, merakla soruyor: 'Yavrum film işi ne olacak?' Kahvecinin anlattığına göre meğer Mehmet amca akşama kadar dönüp dönüp bu soruyu soruyormuş. Kahveci 'Ben ne bilem, yönetmen miyim!' diye çıkışıyor. Kısacası Çete Ayşe çekilir çekilmesine ama köylünün filmle değişen hayatı, heyecanı ve meraklı bekleyişi başlı başına bir film aslında. 'Perşembe pazarına gideceğim ama ya filmciler geliverirse...' diyor biri. Bir şey kaçırmamak lazım tabii...
Toygarlılar film için seferber
İnsanlar meydanda oturup sadece filmin kritiğini yapmıyor. Başta muhtar Ahmet Ekiz olmak üzere köyün imamı ve köylüler prodüksiyona yardımcı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Konusu 1919'da geçen film için ne kadar eski eşya, at, öküz varsa tedarik etmişler. Sandıklarında, bohçalarında ne var ne yok getirip vermişler. Nazilli'de muhafaza edilen eşyalar arasında; mintan, eski lastik ayakkabılar, şalvar, entariler, içlikler, lüküs lambalar, bakır kaplar, antika ibrikler, yaba, kağnı ve daha neler neler var! Prodüksiyondan bir görevlinin söylediğine göre toplanan bu eşyalar çekimler bittikten sonra sahiplerine verilecekmiş. Keşke Nazilli'de bir Çete Ayşe evi düzenlenip bu eşyalar sergilense. Bu da bizim düşüncemiz. O gönlü zengin Toygar halkı buna da hayır demez...
Hem siper kazdılar, hem rol yaptılar
Savaş ve çatışma sahnelerinin bol olduğu filmler için en büyük sıkıntı kuşkusuz figürandır. Filme bu konuda da en büyük destek yine köylülerden geliyor. Çekim ekibinin rahat çalışması için dağa tepeye yollar açan, siperler kazan köylüler, oyunculuklarını da konuşturuyor.
Selahattin Ürkmez, Mustafa Kurudere, Mehmet Sarıkaya gibi isimler 'Biz yaşlı kontenjanından girdik yavrum' diyor. Hayatlarında ilk defa kamera gören yaşlı, kadın-erkek, çoluk çocuk herkes kalabalık sahnelerin çekimlerinde rol alıyor. Hem de bir kuruş para almadan. Zaten köyde kiminle karşılaşsanız başlıyor rol aldığı sahneyi anlatmaya. Burada muhtarın söylediği bir cümleyi hatırlatmakta fayda var: "Toygarlıların sanata ve sanatçıya bakışı değişti..." Köylünün bu ilgisini görüp de şaşırmamak elde değil. Onların filmi savunmalarına ve projeyi desteklemelerine bakıp, sormaya bir türlü cesaret edemediğim 'Neden?' sorusunu herkesin ortasında muhtara soruyorum. 'Neden bu ilgi?' Meydanda bir sessizlik... Muhtar tok sesiyle başlıyor anlatmaya. "Çete Ayşe romanının yazarı bizim kendi evladımız. Hem de Ege Bölgesi'ni anlatan bir film. Bu filmde kendi geçmişimizi göreceğiz. Neden destek vermeyelim?"

 
Köy kahvesini Çete Ayşe filminin afişi ve gazete haberleriyle donatan Toygarlılar, çekimlerin tamamlanıp galanın yapılacağı günü sabırsızlıkla bekliyor.
Maddi sıkıntı çekimleri durdurdu
Biz bu haberi yazdığımızda (çarşamba akşamı) ara verilen çekimlerin ne zaman başlayacağı kesinlik kazanmamıştı. Filme maddi sıkıntılar yüzünden ara verildiği köylünün dilinde. Ortalık şimdilik kaynıyor. Yönetmen Yusuf Güven'in de dediği gibi 'Yüzde 40'ı çekilen film mutlaka bir şekilde tamamlanır.' Ancak bir endişe düşmüş yüzlere. Bizim de duyduğumuza göre yapımcı Adem Koçyiğit ile oyuncuların ve teknik heyetin görüşmeleri sürüyor. Burada en büyük hayal kırıklığını ise yine Toygarlılar yaşıyor. Onların tek derdi filmin bitmesi ve gala gösterimine gidecekleri günü görmek... Nazilli'de yapılacak gala için muhtar sözünü verdi bile: "Herkesi galaya ben götüreceğim..." Bir de Yörük Efe Ali'nin dizi olarak bu bölgede çekilmesi köylülerin gönülden istediği bir başka konu...

 
Bugüne kadar çekilmemiş olması eksiklik
Kurtuluş Savaşı'nda Aydın, Nazilli ve çevresinde gösterdiği kahramanlık ve cesaretle Türk kadınına öncülük yapan ilk kadın efe 'Çete Ayşe'nin hayatı tam bir kahramanlık hikâyesi... Sabahattin Burhan'ın 'Çete Ayşe' (Nesil Yayınları) adlı iki ciltlik romanından aynı adla sinemaya uyarlanan film, Çete Ayşe'nin Huriye ve Hafize adlı iki kızını evde bırakıp 23 yaşında silah kuşanmasını ve cephede gösterdiği kahramanlığı anlatıyor. Yapımcılığını Adem Koçyiğit'in üstlendiği filmi, Kurtuluş ve Elveda Rumeli'den tanıdığımız Yusuf Güven yönetiyor. Sabahattin Burhan, film için "Çete Ayşe, bizim için mücadele etmiş. Filmin bugüne kadar çekilmemiş olması bir eksiklik." diyor. Çete Ayşe, İmamköy'den Umurlu'ya, Aydın'a; Aydın'dan Dalama'ya küheylanlar uçurur. Kepez'de üç gün üç gece Yunan'a kan kusturur. Onun kahramanlığı o günden bu yana bölgede dilden dile anlatılır. Sabahattin Burhan, uzun araştırmalardan sonra hayatını yazınca, hatırası gelecek nesillere de taşınma şansı bulur. İstiklal mücadelesinin bu sembol ismini, Tarsus'taki Kara Fatma'dan, Adana'daki Hatice Hatun'dan, İstanbul'daki Asker Saime Hanım'dan, Erzurum'daki Nene Hatun'dan ayıran en büyük özellik ise Çete Ayşe'nin, Kurtuluş Savaşı'nın ilk kadın efesi olması.
***

Köylüler çok hevesli
 Yusuf Güven (Yönetmen): "Şu an yüzde 40'ını çektik. Şimdi büyük sahnelere gireceğiz. Hazırlıklar sürüyor. Dönem çekmek zor. Hiçbir şeyi bir arada bulamazsınız. Türkiye'de biraz daha zor. Her şey 10 senede bir değişiyor. 1919'u çektiğimiz için, iş daha da zor oluyor. Toygar'dan sonra Birgi'ye taşınacağız. Kepez savaşı sahneleri var çekilecek... Bölge halkını oynatmanın avantajı var, elinizin altında oluyorlar. Bir de hevesli oluyorlar. Kendilerine ait bir hikâye olduğu için de yürekten katılıyorlar. Bölge halkına çok teşekkür ediyoruz. Onlardan çok fazla oyunculuk istemiyoruz. Üç haftalık işimiz var. Çoğu oyuncu ne atı biliyor ne de silahı biliyor. Onlara öğrettik. Yüzümüzün akıyla çıkarsak derli toplu iş olacak."
Herkes bana 'Çete Ayşe' diyor
Banu Öztürk (Çete Ayşe:) "İçimden bir ses, bir filmde başrol oynayacağımı söylüyordu. Koştum, spor yaptım. Hatta rüyalar bile gördüm. Ve sonunda Çete Ayşe rolü teklif edildi. 300 kişi arasından seçildim. Bu benim için çok önemli. Zaten burada herkes beni gerçek Çete Ayşe'ye benzetiyor. Sete yaşlı teyzeler gelip ağlıyorlar. Senin için geldik diyorlar. Bu benim için gurur verici. Toygarlılar çok sıcakkanlı insanlar. Burada bu projede olmaktan dolayı mutluyum."

Halk filmle çok ilgili
Umut Sezgin (Yörük Ali): "Yörük Ali'yi oynamak benim için şans. Yunan'a karşı savaşmış bir Efe'yi oynamak, onur verici. Ekip çok iyi... Buradaki pozitif enerjiyi inşallah perdeye yansıtırız... Halkın filme olan ilgisi şaşırtıcı. Yörük Ali onlar için önemli. Zaten yolumu kesenler 'Efemiz' diyor..."

Köylüler bizden heyecanlılar
Levent İnanır (Sancaktar Ali Efe): "Çekimler dört hafta devam eder. Film o günün koşulunda bir Türk kadınının nasıl savaşçı olabileceğini ve cesaretini gösteriyor. İki çocuğunu bırakıp dağlara çıkan bir kadının hikâyesi... Halk bize çok yardımcı oldu. Evlerini kapılarını açmakla kalmayıp oyuncu olarak da destek verdiler. İlk kez bir film ekibi gelmiş, onlar için sihirli bir şey. Çok çabuk kaynaştık, anlaştık onlarla. Derdimizi anladılar. Toygar olsun Akça olsun, İsabeyli olsun, buralarda çok yardımcı oldular. Ben açıkçası bu kadar beklemiyordum."

Daha çok halk lazım
Metin Devrim (Görüntü Yönetmeni): "Sadece finans sıkıntısı var... Halk ayaklanmasını çekiyoruz. Daha çok halk lazım... Bürokrasiden de destek bekliyoruz."

Köylünün sanata bakışı değişti
Ahmet Ekiz (Toygar Köyü Muhtarı): "Film sayesinde köylünün sanata ve sanatçıya bakışı değişti. Bir filmin nasıl çekildiğini öğrendiler. Bir de Toygar'ın adı duyuldu. Bizler hiçbir karşılık beklemeden varımızla yoğumuzla destek oluyoruz. Yaşlı-çocuk demeden rol alanlar oldu. Bu topraklarda geçmişte yaşanan kahramanlıklar gözümüzün önüne geldi. Bu filme destek vermeyip de ne yapacağız?"
YUSUF BÜLBÜL   -   11.12.2010

Minik bedenlere yüklenen bomba


Minik bedenlere yüklenen bomba
Henüz neyin ne olduğunu bilemeyecek kadar küçük. Vücuduna sarılan bombayı patlatması için ölümle tehdit edildiği her halinden belli.
Annesi ile babası ise daha çaresiz. İşte tam da bu ince çizgide Güneydoğu'da yaşananlar. Samanyolu'nda bu akşam ekrana gelecek olan ve reytingleri sürekli yükselen 'Şefkat Tepe' adlı dizi, bölge halkının yaşadığı ikilemi çok güzel anlatıyor. Yapımcı Melih Sezgin, yönetmen Abdulkadir Ceylan Ede, oyuncular Mert Kılıç, Aslıhan Güner, Ertuğrul Şakar ile çekimler sırasında konuşma imkânı buluyoruz. Sezgin'in ilk cümlesi, "Dağdakileri kazanma üzerine yapılmış bir proje bu." oluyor: "Serdar Üsteğmen herkesi karşılıksız seviyor. Üzerinde bomba takılı örgüt elemanını bırakmıyor. Zira hikâyenin başka bir bölümünde o insanlar askere yardım ediyor. Çünkü bu insanlar aslında kötü değiller, kandırılmışlar. Şefkatle yaklaşsak sorunlar aşılır."
Hikâye Güneydoğu'da geçse de çekimler Konya'nın köylerinde yapılıyor. Yönetmen Abdulkadir Ceylan Ede, "Buradaki coğrafya beni şaşırttı. Kendinizi bazen Mardin, Midyat ya da Nusaybin'de gibi hissediyorsunuz." diyor. Son zamanda terörü anlatan dizilerdeki artışı hatırlatıyoruz yönetmene. Kendi işinin kaliteli olmasına yoğunlaşsa da mevcut durumu iki cümleyle özetliyor: "Önemli olan, ne anlattığınızdan ziyade, nasıl anlattığınız."

Her karakterin ayrı hikâyesi var
Mert Kılıç (Serdar Üsteğmen): Oyuncu olmadan önce profesyonel olarak futbol oynayan Kılıç, ABD'de oyunculuk eğitimi aldı. Dizide, katledilen bir Kürt ailenin çocuğu Serdar rolünde. Kılıç, her karakterin bir hikâyesi olmasının Şefkat Tepe'deki en önemli özellik olduğunu söylüyor.
Ertuğrul Şakar (Celil Astsubay): Hacettepe Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan Şakar, eğitime önem veren ve askerleri için her şeyi yapan Celil Astsubay'ı oynuyor. Ancak işini çok ciddiye aldığı için askerler tarafından fazla sevilmiyor.
Aslıhan Güner (Leyla) : Dağda bayırda devam eden çekimlerde en az zorlanan oyuncu Aslıhan Güner. Köyde yetişmesinin kendisi için avantaj olduğunu söyleyen Güner, "Çok toz toprak yutmuşluğum vardır." diyor.
YUSUF BÜLBÜL   -   11.12.2010

Teknik olarak öndeyiz ama habercilik insan işi



TV8 Haber'i izleyenler stüdyo, ışık, renkle birlikte pek çok konudaki değişiklikleri fark etmiştir.
İki ay önce Ayazağa'daki yeni binasına taşınan kanalın Haber Genel Yayın Yönetmeni Gürcan Çilesiz, "Sadece Türkiye'deki değil, bölgedeki en büyük haber stüdyosunu kurduk. Teknik olarak her şeyi yeniledik ancak habercilik biraz da insan işi." diyor. 29 Ekim'deki taşınmayı anlatırken, çalışanların yüzündeki heyecanı şu cümleyle tarif ediyor: "Mesleğe yeni başlamış gibiydiler." Çilesiz ile hem büyüklükleri 750, 450 ve 300 metrekareyi bulan stüdyoları gezdik, hem de TV8'in yayın politikaları hakkında konuştuk. Çok büyük yatırımlar yapılmış. Eski binadan sadece personel gelmiş. Yeni canlı yayın araçları, kurgu makineleri, kameralar... Her şey yeni. Buna karşılık Çilesiz, muhabir olmadan haberin olmayacağını söylüyor. Teknoloji ne kadar ileri olursa olsun haberi insanın ürettiğine dikkat çeken Çilesiz, "Taşınmadan dolayı içeriye fazla odaklanamadık. Ancak 2011 bizim için atılım yılı olacak. İlkeli, tarafsız, güvenli bir çizgimiz var. Yeni dönemde her yerde olmak istiyoruz. Ona göre personel altyapısını genişletiyoruz" diyor.